Happy Happy

Happy Happy

17 Ekim 2015 Cumartesi

OKTOBERFEST & MUNIH

“Ekim Festivali” diye basit bir şekilde Türkçe’ye çevrilebilir belki.  Ama gerçek anlamı: Münih’te her yıl Eylül’ün son haftasıyla Ekim’in ilk haftası arasında düzenlenen dünyanın en büyük bira festivali, Oktoberfest.


Oktoberfest zamanı Münih’e gelmek isteyenlere yazı daha yeni başlıyorken hemen bir uyarı: Kalacağınız oteli 3-4 ay önceden ayarlamanız tavsiye edilir.Özellikle bu dönemde hem Almanya’dan hem de dünyanın birçok yerinden turist bölgeye akın ediyor. Otel fiyatları senenin bu döneminde en az 2 katına çıkıyor. Bir de yer bulma sıkıntısı var tabi, bu fiyatlara rağmen otellerde yer bulmanız zorlaşıyor. İşinizi son dakikaya sakın bırakmayın!


Festival dışında kalan dönemlerde de Münih çok keyifli bir şehir. Tarihi yapıları, parkları, konsept kafeleri, eğlenceli gece hayatı sizi cezp edebilir. Bu sebeple “Altstadt”(eski şehir merkezi)’ne yakın yerlerde konaklamanız, festivalin yanında şehri de keşfetmeniz açısından iyi olabilir.

Fazla zamanı olmayanlara minik bir tüyo: Birçok turistik noktadan geçen 19 Numaralı tramvayla kısa bir tur yapabilirsiniz. Bu yağmurlu havalar için de kurtarıcı bir seçenek.


Bir de şehrin parklarından bahsedip, Oktoberfest konumuza dönüş yapıyorum. Englisher Garten, şehirdeki en büyük park, içinde büyük bir de gölet var. Münihlilerin -hava güzelse- gittikleri en rutin aktivite alanı. At binenler, sörf yapanlar, çimlere uzananlar, bisikletliler…Westpark,Englisher Garten’a göre daha küçük, Japon bahçelerini andıran dizaynıyla Münihlilerin tercih ettiği bir diğer oksijen deposu.


Münih’te Oktoberfest’in kurulduğu festival alanıTheresienwiese diye geçiyor. Şehrin tarihindeki bütün kutlamalar, kraliyet düğünleri ve at yarışları bu alanda yapıldığından, bugün şehrin en büyük eğlencesinin de burada gerçekleşmesi çok normal sanırım.


Bu festivalde Her şey biradan ibaret değil tabiî ki! Alanda lunaparkı da içine alan bir panayır bölümü var.  Dönme dolaplar, çarpışan arabalar, macera trenleri ve adını bilmediğim bir sürü ışıklı şey Biraz da bira içtiyseniz,üstüne bu oyuncaklara binip eğlenmek gibisi yok.


Oktoberfest’te, içine binlerce insanın sığacağı rengarenk çadırlar kuruluyor. Bu çadırların her birine giriş ücretli, hatta bazı çadırlara önceden rezervasyon yaptırmanız bile gerekiyor. Bütün çadırlarda biranın su gibi aktığını söylememe gerek yok sanırım! Biranın yanında neler var derseniz; sosis, patates kızarması, domuz eti ve pretzel gibi Almanların vazgeçemediği yiyecekleeşlik ediyor. Almanlar da yöresel kıyafetlerini giyip, müzik eşliğinde çılgınlar gibi eğleniyorlar.


Festival alanında 15 tane dev çadır var, bunların hepsi kendine has tarzda dekore edilmiş ve ayrı konseptteler. Çoğu çadırın sponsoru bölgenin önemli bira üreticileri. Çadırlardan en ünlüleri; Hofbrau, Augustinerbrau, Hippodrom ve Oide Wiesn diyebiliriz. 


Her sene Münih belediye başkanı, festivalin en büyük çadırındaki bira fıçısını musluğunu açıp Bavyera Bölgesi başkanına bira ikram ediyor, işte festival böyle bir törenle start alıyor. Sonra da binlerce kişi bu musluktan deliler gibi bira içmeye başlıyor.


Oktoberfest biraları 1 litrelik külçe gibi ağır bardaklarda servis ediyorlar. Ben bir tanesi zor kaldırıyorken, garsonların 7-8 bardağı nasıl taşıdığını çözemedim doğrusu.


Upuzun bir masada tanımadığınız insanlarla dip dibe biralarınızı yudumluyorsunuz. Böyle bir kalabalıkta nasıl eğlenilir ki? Diye düşünmeyin. Siz de bir çılgınlık yapıp, en yakın zamanda bu festivale gidin,  kimseye aldırış etmeden dans edin, yiyin, için, eğlenin!  Hep bir ağızdan bilmediğiniz şarkılara eşlik edin, eminim çok iyi gelecek!


 




3 Ekim 2015 Cumartesi

Boot Cafe

Geçen hafta bayram tatilinde Paris'teydik. Her zamanki gibi çok güzeldi, çok şık bir şehir Paris, hem düzenli hem farklı hem de sizi hep şaşırtacak bişey çıkıyor karşınıza :)

Bu gezimizde şehrin parlayan yıldızı Le Marais'te kaldık. Le Marais için İstanbul'un Karaköy'ü diyebilirim. Her köşe başında tarz kafelere rastladağınız, bolca sanat galerisi olması sebebiyle şehrin ressamlarını, müzisyenlerini ve gençlerini kendine çeken keyifli ve canlı bir semt.

Kısa bir girişten sonra biraz da bu yazının tatlı kahramanı Boot Cafe'den bahsetmek istiyorum. Tesadüfen başka bir Paris'li blogger'ın instagram postunda görüp çok beğenmiştim bu tatlı kafeyi.

İnanmayacaksınız ama sadece 4 m2'den oluşan, içinde 2 dışında 1 olmak üzere toplam 3 masaya sahip, adından da anlaşılacağı gibi ayakkabı kutusu kadar mini minnacık bir kafe. Ama kahvenin lezzeti dev gibi! Hele banana bread'i (muzlu kek) bir ef-sa-ne!

Sonradan araştırdım ve öğrendim ki kafe 2014 yılında, Amerikalı/Fransız çift tarafından açılmış.

Mekanın ismi Boot Cafe ama niye tabelası "Cordonnerie" yazıyor diye sorarsanız. Bu minik dükkan eskiden bir ayakkabı tarmicisi (Fransızca'da cordonnerie* demek) iken özüne sadık kalarak ve dış cephesi değiştirilmeyerek yenilenmiş.

Kalabalık gruplar için çok elverişli olmasa da, içerdeki masalardan birinde oturup bir kahve molası vermenizi tavsiye ederim. Kahveleri çok lezzetli, baristaları çok başarılı.

Boot Cafe harita linki için tıklayın.