Happy Happy

Happy Happy

21 Aralık 2015 Pazartesi

Yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl... herkese kutlu olsun!

R
Yeni yıl yeni yıl yeni yıl... herkese kutlu olsun! Bu şarkıyı sevmeyen, arka arkaya gülümseyerek söyleyip mutlu olmayan yoktur herhalde!

Işıltısı, umudu, hediyeleri, müzikleri, renklenen vitrinleriyle yeni yıl coşkusu,  bizi 1 aylığına da olsa masal alemine götürür. Havalar soğusa da içimizi ısıtan Christmas ruhudur bu dönemde.

Yeni yıl coşkusu, geçen her seneyi unutup,önümüze umutla bakmamızı sağlar. En güzeli de bu bence, her şey kötü gitse de iyi bir şeyler olacağına inanmaktır yeni yılı beklemek.

Yılın şu içinde bulunduğumuz dönemlerinde hepimizin gibi benim de rutinlerim oluşuverir.

Hemencecik evimi süsler, çamımı kurar, ağacımı zevkle ışıklandırr, mumlarımı yakarım.

Hafta içi ofiste, hafta sonları evde Christmas müzikleri dinlemeye bayılırım. Playlist'imi açıp, evde/ofiste mutlu mesut işlerime koyulurum :) En sevdiğim Christmas müzikleri ne diye sorarsanız;

Yine bu dönemde birden içimde Christmas filmleri izleme merakı başlar. Hepsinin sonu mutlu biter, hepsinde gerçek olamayacak kadar masalsı bir dünya vardır. Ama olsun biraz kendimizi kandırmaktan kimseye zarar gelmez :) Favori filmlerim:
Siz de şimdiden noel şarkılarının huzurlu melodilerine bırakın kendinizi, yada şu soğuk kış akşamlarında bir kova mısır patlatıp güzel bir yeni yıl filmi seyredin. Çok iyi geleceğine eminim.

Şimdiden herkese bol süprizli, ışıl ışıl ve sağlık dolu bir 2016 dilerim!

Sevgiyle...





11 Kasım 2015 Çarşamba

48 Saatte Cinque Terre!


CUMARTESİ

11.00 : Cinque Terre’deki 5 cici köyden biri olan Riamagiorrede konaklıyoruz 2 gün boyunca. La Baia di Rio İtalyan bir çiftin işlettiği 7 odalı şirin bir otel. Hemen eşyalarımızı odaya atıp dışarı çıkalım derken odanın balkon manzarasıyla büyüleniyoruz. Akşam saatlerinde bu balkon şarap içerek güneşi batırma planları yapıp, ayrılıyoruz. Bugün biraz kaldığımız köyü keşfetme niyetindeyiz.

13.00 : Riamagiorre’nun yokuş aşağı sahile inen yolu, köy halkının ve turistlerin vakit geçirip, alışveriş yaptığı, yemek için alternatiflerin bulunduğu tek yer. Cadde boyunca dükkânlara girip, çıkıyoruz. Gezerken ağzımız boş durmasın diye aldığımız Mamma Mia! Take Away’in  külahta servis edilen kalamar kızartmaları çok lezizdi!

15:00 : Köyün merkezini gezdik, şimdi fotoğraf çekmek ve biraz da köye tepeden bakmak için sahil şeridindeki merdivenlerden yukarı çıkıyoruz. Gördüğümüz manzara karşısında durumumuz mest! Rengârenk köy evlerini fotoğraflayıp, yarın gezeceğimiz köyler için feribot biletlerimizi alıyoruz. Cinque Terre köyleri arasındaki ulaşım aslında trenle sağlanıyor. Ama biz deniz yoluyla köyleri ziyaret etmenin daha eğlenceli olacağını düşünüp, ertesi gün için, 1 günlük sınırsız kullanım olanağı sunan feribot biletlerini kaptık.

15.45 : Bu beş köy içinde sadece Corniglia’nın denize kıyısı bulunmuyor. O yüzden bugünkü hedef, gün bitmeden Cinque Terre’nin en küçük ve en sakin köyü Corniglia görmek.

16.30 : Riamagiorre ve Corniglia arası trenle sadece 5 dakika sürüyor ama tren saatini beklediğimiz için köye ulaşmamız yarım saati buluyor. Hemen sevinmeyin, trenden indikten sonra köye varmanız için 377 tane basamağı tırmanmanız gerekiyor!

17.00 : Bacaklarımızın kendine gelmesini beklerken köy meydanındaki Caffe Matteo’da  kahvelerimizi yudumluyoruz.

17.30 : Corniglia’nın minicik meydanı ve sevimli ara sokakları var. Turistlerin fotoğraf çekmek için durakları bu sokakların denizle buluştuğu yüksek yamaçlar. Harika kareler yakalıyoruz bu noktalarda...

18.30 : Köyün içindeki tasarım butiklere uğrayıp sevimli hediyelik eşyacıları geziyoruz. Fazla vaktimiz yok, otele dönüp gün batımını yakalamamız lazım!

20.00 : Riamagiorre meydanından aldığımız kırmızı şarabın yanına Veciu Muinden aldığımız margarita pizza ile otelin yolunu tutuyoruz.

21. 00 :  Güneşi otelin balkonunda pizza ve şarapla batırdıktan sonra çöküyor günün yorgunluğu. Yarın daha yorucu olacak, bizi bekleyen 3 köy daha var. Erkenden yatmak şart!

PAZAR

09.30: Kahvaltımızı yaptık, yola çıkma zamanı! 10:00’da sahilden kalkacak feribota bineceğiz.

10.30 : An itibariyle Cinque Terre’nin en popüler köyü Monterosso’ya ayak basmış bulunuyoruz. Köy iki  büyük sahil şeridinden oluşuyor ve bu 2 sahili dolduran özel plajlara ev sahipliği yapıyor. Diğer köylere göre oldukça kalabalık ve büyük bir köy Monterosso. Daha düz bir yapıya sahip olması da turistlerin konaklamak için bu köyü tercih etme sebebi.

11.30 : Bu turkuvaz rengi denize girmeden olmaz! 5 köyün içinde en rahat denize girip, şezlong konforunu bulabileceğiniz olan Monterosso, diğer köylerin minicik sahillerinde denize girmek için özel bir alan yok maalesef.

13.00 : Biraz serinledik, şimdi köyün ara sokaklarını keşfedelim.   Başka bir seyahat blogunda görüp not aldığım;  Vittoria Emanuele No:9’daki hediyelik eşya dükkânında farklı ve butik hediyelik eşyalar buluyorum! (Dükkanın bir adı yoktu)

14.30 : Monterosso’da gereğinden fazla vakit kaybettik evet, Vernazza’ya giden ilk feribota koşuyoruz!

15.10 : Vernazza’dayız! Öğle yemeği için gönlümden geçen, internetten manzarasına vurulduğum Belforte Restoran’dı aslında. konum itibariyle köyün tepesinde olduğu için, öğle sıcağında o yokuşu çıkamadık.  İyi ki de gitmemişiz, rezervasyon gerekiyormuş. Biz merkezdeki Trattoria da Sandro’da alıyoruz soluğu. Seçim: deniz mahsüllü taglitalle. Sonuç: mükemmel! 

16.00: Köyün ara sokaklarında diğer köyler gibi minik el yapımı hediyelik eşya dükkânları var. Artık aynı mimarı yapıya alıştık;  renkli evler, dar sokaklar, minik butikler, sahile yakın bir meydan ve İtalyan restoranları…

17.00 : Vernazza’dan ayrılmadan bir dondurma molası: Gelateria Vernazza… Sonraki durak, Manarola.

18.45: Manarola, Google’a Cinque Terre yazınca karşımıza çıkan resimlerdeki köyün ta kendisi. Köyün bu kadar güzel manzara pozu vermesinin sebebi, hemen deniz kıyısından biraz yukarıda bulunan kiliseye çıkarak resimlerini çekebilmeniz. Güneşin doğru açısını yakalayamasak da biz de güzel fotoğraflar çektik.

19.30 : Klasik köy turu yaptıktan sonra, planımız Riomagiorre ile Manarola arasındaVia d'Amore (aşk yolu)’yu yürüyerek geçmekti ama yolda bakım çalışması olduğu için Riomagiorre’a feribot ile dönüyoruz.

20.30 : Günün koşuşturması üzerine güzel bir ziyafet çekmenin tam zamanı,  sahildekiEnoteca Dau Cila çok çekici görünüyor, deniz manzaralı bir masa kaptık bile…

22.00 : Cinque Terre’de son akşam, yarın veda vakti…

PAZARTESİ

10.00 : Valizleri topladık ve kahvaltı için dışarı attık kendimizi. Son saatlerimizi en iyi şekilde değerlendirmek için Bar Conchiglia’ya geldik.  Klasik İtalyan kahvaltısına, harika Riamagiorre manzarası eşlik ediyor. Buraya gelenler için gün batımına karşıAperol Spritz yudumlamak da harika bir seçenek bence!

11.00 : Artık yeni bir durak için yola çıkma zamanı...  Arrivederci Cinque Terre!



,






17 Ekim 2015 Cumartesi

OKTOBERFEST & MUNIH

“Ekim Festivali” diye basit bir şekilde Türkçe’ye çevrilebilir belki.  Ama gerçek anlamı: Münih’te her yıl Eylül’ün son haftasıyla Ekim’in ilk haftası arasında düzenlenen dünyanın en büyük bira festivali, Oktoberfest.


Oktoberfest zamanı Münih’e gelmek isteyenlere yazı daha yeni başlıyorken hemen bir uyarı: Kalacağınız oteli 3-4 ay önceden ayarlamanız tavsiye edilir.Özellikle bu dönemde hem Almanya’dan hem de dünyanın birçok yerinden turist bölgeye akın ediyor. Otel fiyatları senenin bu döneminde en az 2 katına çıkıyor. Bir de yer bulma sıkıntısı var tabi, bu fiyatlara rağmen otellerde yer bulmanız zorlaşıyor. İşinizi son dakikaya sakın bırakmayın!


Festival dışında kalan dönemlerde de Münih çok keyifli bir şehir. Tarihi yapıları, parkları, konsept kafeleri, eğlenceli gece hayatı sizi cezp edebilir. Bu sebeple “Altstadt”(eski şehir merkezi)’ne yakın yerlerde konaklamanız, festivalin yanında şehri de keşfetmeniz açısından iyi olabilir.

Fazla zamanı olmayanlara minik bir tüyo: Birçok turistik noktadan geçen 19 Numaralı tramvayla kısa bir tur yapabilirsiniz. Bu yağmurlu havalar için de kurtarıcı bir seçenek.


Bir de şehrin parklarından bahsedip, Oktoberfest konumuza dönüş yapıyorum. Englisher Garten, şehirdeki en büyük park, içinde büyük bir de gölet var. Münihlilerin -hava güzelse- gittikleri en rutin aktivite alanı. At binenler, sörf yapanlar, çimlere uzananlar, bisikletliler…Westpark,Englisher Garten’a göre daha küçük, Japon bahçelerini andıran dizaynıyla Münihlilerin tercih ettiği bir diğer oksijen deposu.


Münih’te Oktoberfest’in kurulduğu festival alanıTheresienwiese diye geçiyor. Şehrin tarihindeki bütün kutlamalar, kraliyet düğünleri ve at yarışları bu alanda yapıldığından, bugün şehrin en büyük eğlencesinin de burada gerçekleşmesi çok normal sanırım.


Bu festivalde Her şey biradan ibaret değil tabiî ki! Alanda lunaparkı da içine alan bir panayır bölümü var.  Dönme dolaplar, çarpışan arabalar, macera trenleri ve adını bilmediğim bir sürü ışıklı şey Biraz da bira içtiyseniz,üstüne bu oyuncaklara binip eğlenmek gibisi yok.


Oktoberfest’te, içine binlerce insanın sığacağı rengarenk çadırlar kuruluyor. Bu çadırların her birine giriş ücretli, hatta bazı çadırlara önceden rezervasyon yaptırmanız bile gerekiyor. Bütün çadırlarda biranın su gibi aktığını söylememe gerek yok sanırım! Biranın yanında neler var derseniz; sosis, patates kızarması, domuz eti ve pretzel gibi Almanların vazgeçemediği yiyecekleeşlik ediyor. Almanlar da yöresel kıyafetlerini giyip, müzik eşliğinde çılgınlar gibi eğleniyorlar.


Festival alanında 15 tane dev çadır var, bunların hepsi kendine has tarzda dekore edilmiş ve ayrı konseptteler. Çoğu çadırın sponsoru bölgenin önemli bira üreticileri. Çadırlardan en ünlüleri; Hofbrau, Augustinerbrau, Hippodrom ve Oide Wiesn diyebiliriz. 


Her sene Münih belediye başkanı, festivalin en büyük çadırındaki bira fıçısını musluğunu açıp Bavyera Bölgesi başkanına bira ikram ediyor, işte festival böyle bir törenle start alıyor. Sonra da binlerce kişi bu musluktan deliler gibi bira içmeye başlıyor.


Oktoberfest biraları 1 litrelik külçe gibi ağır bardaklarda servis ediyorlar. Ben bir tanesi zor kaldırıyorken, garsonların 7-8 bardağı nasıl taşıdığını çözemedim doğrusu.


Upuzun bir masada tanımadığınız insanlarla dip dibe biralarınızı yudumluyorsunuz. Böyle bir kalabalıkta nasıl eğlenilir ki? Diye düşünmeyin. Siz de bir çılgınlık yapıp, en yakın zamanda bu festivale gidin,  kimseye aldırış etmeden dans edin, yiyin, için, eğlenin!  Hep bir ağızdan bilmediğiniz şarkılara eşlik edin, eminim çok iyi gelecek!


 




3 Ekim 2015 Cumartesi

Boot Cafe

Geçen hafta bayram tatilinde Paris'teydik. Her zamanki gibi çok güzeldi, çok şık bir şehir Paris, hem düzenli hem farklı hem de sizi hep şaşırtacak bişey çıkıyor karşınıza :)

Bu gezimizde şehrin parlayan yıldızı Le Marais'te kaldık. Le Marais için İstanbul'un Karaköy'ü diyebilirim. Her köşe başında tarz kafelere rastladağınız, bolca sanat galerisi olması sebebiyle şehrin ressamlarını, müzisyenlerini ve gençlerini kendine çeken keyifli ve canlı bir semt.

Kısa bir girişten sonra biraz da bu yazının tatlı kahramanı Boot Cafe'den bahsetmek istiyorum. Tesadüfen başka bir Paris'li blogger'ın instagram postunda görüp çok beğenmiştim bu tatlı kafeyi.

İnanmayacaksınız ama sadece 4 m2'den oluşan, içinde 2 dışında 1 olmak üzere toplam 3 masaya sahip, adından da anlaşılacağı gibi ayakkabı kutusu kadar mini minnacık bir kafe. Ama kahvenin lezzeti dev gibi! Hele banana bread'i (muzlu kek) bir ef-sa-ne!

Sonradan araştırdım ve öğrendim ki kafe 2014 yılında, Amerikalı/Fransız çift tarafından açılmış.

Mekanın ismi Boot Cafe ama niye tabelası "Cordonnerie" yazıyor diye sorarsanız. Bu minik dükkan eskiden bir ayakkabı tarmicisi (Fransızca'da cordonnerie* demek) iken özüne sadık kalarak ve dış cephesi değiştirilmeyerek yenilenmiş.

Kalabalık gruplar için çok elverişli olmasa da, içerdeki masalardan birinde oturup bir kahve molası vermenizi tavsiye ederim. Kahveleri çok lezzetli, baristaları çok başarılı.

Boot Cafe harita linki için tıklayın.




20 Ağustos 2015 Perşembe

Zamanı durduran Toskana Kasabaları


















İtalya’ya gitmek için her zaman iyi bir bahanem vardır,  ama Toskana’ya âşık oluşum 3 sene önce izlediğim,  başrolünde Diane Lane’in oynadığı  Under the Tuscan Sun”  filmiyle başladı.  Gitmeden yaptığım araştırmalar, okuduğum gezi yorumları ve fotoğraf blogları hayal dünyamın film setini oluşturmuştu aslında. Yani ben öyle sanıyormuşum meğer! Toskana tüm hazırlıklarıma rağmen beni şaşırtmayı ve zaman durmuş da içinde “sadece ben” hareket ediyormuşum hissini yaratmayı başardı.

Hadi gelin şimdi minik bir bavul ve bir o kadar minik Vespa’mızla Toskana’yı keşfe çıkalım!

Grevi in Chianti
Dünyaca ünlü Chianti şaraplarının başkenti bu şirin kasaba. Kasabanın merkezi neresi diye sorduğunuzda, eski ama klasik kasap dükkânları, şarküteriler,  şarapçılar ve peynircilerle donatılmış bir oval meydanda buluyorsunuz kendinizi. Tüm ara sokakları bu meydana açılan Grevi Chianti’nin,  her sokağında sanki anneannenizin evindeki guguklu duvar saatine bakar gibi dalıp gidiyorsunuz.  Bu kadar bozulmamış ve ‘yavaş’ bir kasabada geçirdiğim birkaç saatin sarhoşluğunu daha da arttırmak şart.  O halde bir şarap tadımı için hemen Le Cantina’daki nefis Chianti şaraplarına bırakıyorum kendimi. (Bilmeyenlere not: Ünlü üzüm bağları, Chianti Classico olarak sınıflandırılan üzümler siyah horozlu etiketten tanınıyor.)
Antica Macelleria Cecchini; kasabanın bir diğer dünya markası.  Bir et sevdalısı  kasap Dario Cecchini’nin dillere destan restoranı. Yediğiniz etin tadını bir süre unutmayacağınıza eminim!



Monteriggioni
Grevi in Chianti’nin 35 km ötesinde, çok iyi korunmuş mini minnacık bir orta çağ köyü Monteriggioni. Köyün etrafı yüksek surlarla çevrili. Girişteki büyük otoparka aracınızı park edip, 20 dakikada içinde tüm kasabayı gezebiliyorsunuz. O kadar küçük ki; kasabada hediyelik eşya, şarap, zeytinyağı satan butik dükkanlar ve birkaç kafe var sadece. 13 yy.’dan beri korunmuş tarihi dokusu yüzümde bir gülümsemeyle bir sonraki köye uğurluyor beni.



Montepulciano
Montepulciano, bu kasabalar içinde en bilineni ve turistlerin to do list’inde yer alan popüler olanı. Ayrıca en yüksek rakıma sahip olanıymış, bunu kasabayı gezerken çıktığımız dik yokuşlar ve ara sokak merdivenlerine tırmanarak deneyimlemiş oldum. J
Montepulciano’nun bu kadar tanınmış olmasını sağlayan diğer iki şey: “pici” isimli makarnası (erişteden biraz daha kalın ve spagetti gibi uzun bir yapıya sahip) ve dünyaca ünlü  “Vino Nobile” kırmızı şarapları. Tabii ki her iki lezzet de sırt çantamdaki yerini aldı, ama benim aklımda kalan en tatlı yer Caffe Poliziano oldu. En az Montepulciano kadar eski bu kafe, nefes kesen Toskana manzarası, tarih kokan dekorasyonuyla, kasabadaki gezinize bir es verip gününüzü bir espressoyla taçlandırmayı hak ediyor.




Pienza
Montepulciano’dan sadece 20 dakika uzaklıkta şirin bir kasaba Pienza.
Kasabada bizden başka turist olmamasında mı, yoksa güneşi bir kadeh blushla Pienza’da batırdığımdan mı bilmem benim favorim oldu kendisi.
Duomo meydanı ve hemen yanındaki saray Palazzo Piccolomini kasabanın merkezi olarak kabul ediliyor.
İki kişinin yan yana zor yürüdüğü dar sokakları, evlerin önüne park edilmiş bisikletleri, balkonlardan sarkan rengarenk çiçekleri, pötikareli masa örtüleriyle akşam yemeğine hazırlanan şirin İtalyan restoranları… Toskana’da geçirdiğim son saatlere yakışır görkemli bir kapanışla uğurladı beni Pienza.

“Bu bir veda değil, kısa bir ayrılık” sözleriyle avutarak ayrılıyorum buralardan. Çünkü yeniden gelip gezilecek daha nice Toskana köyü, sokaklarında kaybolunacak daha çok kasaba var notlarımda!


3 Ağustos 2015 Pazartesi

Portofino

Nice’den Genova’ya doğru başlayan tren yolculuğumuzla tatilimizin İtalya ayağı başlamamış oldu! Genova'da araba kiraladık ve bundan sonra yazacağım tüm yerleri arabayla dolaştık.

İlk durağımız bir önceki minik yazımda yazdığım Camogli’ydi hatırlarsınız, sonra rotamızı o çok meşhur, dillere destan İtalyan kasabası Portofino’ya çevirdik.


Eskiden balıkçı köyü olan Portofino, bugün dükkanlarında ünlü markalara, limanında lüks yatlara ev sahipliği yapıyor. Liman bu dükkânlardan başka çeşitli turistik cafe ve restoranlarla dolu. Portofino, her zaman İtalya’nın en rağbet gören, en sosyetik ve en pahalı tatil beldelerinden biri olmuş. 1959 yılında Vittorio Palentieri'nin ünlü "I found my love in Portofino" şarkısı ile adını tüm dünyaya duyurmuş.


Kasaba sıkı koruma altında ve inşaat yasağı bulunuyor. Mevcut binalar da, estetiği muhafaza etmek adına sürekli renove ediliyor. Durum bu olunca kasabanın merkezinde sadece 3 adet otel bulunuyor. Onların da fiyatları oldukça yüksek. Dolayısıyla turistler buraya günübirlik gelmeyi tercih ediyorlar. Zaten kasaba o kadar küçük ki günübirlik gelip görmek de yeterli oluyor kesinlikle.







Portofino'nun olmazsa olmazları:

-Kaleye çıkıp muhteşem Portofino manzarasını görmelisiniz.(Castle Brown hergün 10:00-19:00 arası ziyaretçilere açık. Girişi 5 Euro.)
-Lüks dükkânlarını gezin.
-Denize girmek için Otel Hotel Paraggi'nin plajını tercih edin derim. Tam ama tam bir cennet! Veya limandan kalkan tekneler ile bir sonraki koy olan St. Fruttuoso'ya gidebilirsiniz.
-Sahildeki restoranlarda/kafelerde  keyif yapın.

 

Aslında turistik ve meşhur yerleri ziyaret etmekten çok keyif aldığım söylenemez. Portofino’yu görmeden de düşüncelerim bu yöndeydi ama ne kadar popüler olursa olsun, adına şarkı yazılacak kadar nefis tatlı bir kasabaymış!! 

Camogli

Mini minnacık bir İtalyan kasabası Camogli.

Asıl amacımız Portofino’yu görmekti aslında ama daha önce bu bölgeye gelen arkadaşlarımız Camogli’yi tavsiye edince biz de uğramak istedik bu şirin kasabaya. Üstelik Portofino'ya sadece 15 km uzaklıkta.




Bu küçük kasabada kendinizi huzur içinde ve dünyadan soyutlanmış hissediyorsunuz.
Sahil boyunca uzanan çarşısını gezin, plajında denize girin ve sahile inen dar sokaklarında dolaşın...
Sadece 2-3 saat kasabayı boydan boya gezip bitirmeniz için yeterli. Çok sevdim ben Camogli’yi! 

30 Temmuz 2015 Perşembe

Nice!


Yaz rehaveti üzerime fena çöktü ve heyecanlarla başladığım blog macerasını biraz boşladım :(

Yaz demek hepimiz için gezmek demek, deniz demek... Biz bu tatilde gezmeyi ve denizi biraz birleştirerek hayallerimizin tatilini gerçekleştirdik.

Tatilimizin ilk durağı yazımın konusunda da anlaşılacağa üzere Nice
Açıkçası Nice beklentilerimin çok üzerinde karşıladı beni. Eski Nice'in rengarenk sokakları, şehrin eski ama canlı atmosferi, nefis yemekleri, sahilleri...



Biraz Nice'den bahsetmek gerekirse;


Fransız Rivierası Cote d’Azur’un başkenti olan Nice, Fransa’nın en büyük 5.şehri.
Klasik bir Avrupa şehrinin sahip olacağı yapıları, meydanları, caddeleri barındırıyor. Bunun yanı sıra şehrin içinde 15 büyük plaj var. Denize girmek isteyenler için özel veya halk plajları seçenekler arasında... Bu plajları bünyesine alan ve palmiyelerin sıralandığı 7 km uzunluğundaki Promenade des Anglais’de (İngiliz Gezinti Yolu) yürümek Nice'te yaşanlar için bir gelenek.

Nice'in sahillerinde kum yok, ince çakıl taşları var ama denizi çok berrak ve temiz. Biz 1 günümüzü otelimizin anlaşmalı olduğu "Ruhl plage" da geçirdik ve çok memnun kaldık.


Denize girmek dışında Nice'de ne yapılır diye sorarsanız, benim aklıma ilk gelenler;

-Eski Nice; (Vieux Nice)'in sokaklarında fotoğraf makinanınızla kaybolabilirsiniz mesela...Bu sokaklarda çok güzel mağazalar, galeri gibi duran dondurmacılar, kahve ve pastalarına karşı konulamayacak kafeler, sizi deliye çevirecek güzellikte oyuncakçılar ve aksesuarlar var. Buradaki binalar, evler apartmanlar, panjurlar, panjurlardan sarkan rengarenk çiçekler ve sokak lambaları öyle güzel ki havaya bakarak hayran hayran geziyorsunuz bu sokakları. Fenocchio; bu sokaklarda sizi mutlu edecek enfes dondurmacı...


-Colline du Chateau Nice (Nice Kalesi); tepeye hakim bu kalenin şelalesi, doğal güzelliği, yeşili ve muhteşem deniz ile şehir manzarası şahane duygular yaşatıyor insana. Fransız rivierasının bir kısmını fotoğraflamak ve Nice'i bir de kuşbakışı görmek  için gidilmesi gerekiyor bence...

-Place Massena;  yeni şehir bölgesinin en büyük meydanı. Nice'nin en önemli ana arterlerinin kesişim noktası.

-Cathedrale St. Nicholas; Rus mimarisi ile zamanında bu bölgede yaşayan Ruslar için yapılmış, Rusya’nın dışında bulunan en büyük Rus Ortodoks Katedrali. 

-Cours Saleya; Eski  Nice'in sokaklarında dolaşırken karşınıza çıkan Dünya’nın en meşhur çiçek ve renkli antika pazarı burası.

-Avenue Jean Medecin; alışveriş için en uygun cadde. Oldukça geniş ve karşılıklı mağazaların bulunduğu, trafiğe kapalı ve hemen garın sol tarafından başlayıp eski şehir merkezine inen bir cadde.


Nice gidip yemeden dönmeyin diyeceğim bazı güzellikler var tabiki;


ehrin adını verdiği gerçek bir "Salade Niçoise" yemeden dönmeyin.
-Socca ise benim favori lezzetim.
-Yine Nice'e özgü tatlardan bir sandviç çeşidi olan "Pan Bagnat"ı da deneyebilirsiniz...
-Maison-Auer: Place Massena’ya çok şeker bir çikolatacı dükkanı. Ben bayıldım!
-La Voglia: ortalama bir pizza, makarna, şarap gecesi yapmak istiyorum derseniz. Beklentilerinizi karşılayacak bir İtalyan restoranı kendisi.
-Boccaccio: Şık bir balık restoranı... Hayatımdaki en ama en iyi Paella'yı burada yedim diyebilirim.







 Bir sonraki yazım İtalya'nın incileri "Cinque Terre"de görüşmek üzere...



24 Haziran 2015 Çarşamba

Tüm zamanların en güzel ve en özel yeri Bozcaada...


Benim (bizim) için yeri hep ayrı, her gidişimizde farklı bir yerine hayran kalıyoruz. 5 senedir aksatmadan ziyaret ettiğimiz Bozcaada'ya 3 güncük minnak bi tatil planı yaptık.


Amacımız sezon açılmadan, Ramazan'ın da etkisiyle sakin olan adamızın tadını çıkarmaktı.
Öyle de oldu :)


Bu sefer bir değişiklik yapıp, ada merkezindeki butik otellerde değil, adanın birazcık dışında kalan bir bağevinde konakladık. İsmi Patiska Bağevi.

 Mis gibi bir bahçede, horozlar, köpekler, ördekler eşliğinde harika bir kahvaltı sizi bekliyor. Patiska'nın kahvaltısı gerçekten çok güzel, bahçesinde yetişen nefis domatesler biberler salatalıkları yemeye doyamıyorsunuz....

Buz gibi denizi saymazsak Bozcaada yine kendine hayran bıraktı bizi... 

Aslında o kadar çok şey var ki ama çok soruldugu icin bu yazıma da yazmak istedim. Adada yapmadan dönmeyin diyeceğim şeyler:
-Ayazma'da denize girin,
-Adanın, Akvaryum, Habbele, Tuzburun gibi bakir koylarını görün.
-Çınaraltında oturup günün yorgunluğunu bir türk kahvesi içerek atın,
-Gün batımını mutlaka yel değirmenlerinin olduğu tepede izleyin,
-Ada Cafe'de adaya özgü bir tat olan gelincik şerbeti için,
-Çiçek Pastanesinin nefis kurabiyelerinden tadın,
-Bozcaada'nın sokaklarında fotoğraf makinenizle dolaşın.